Öğretmen Okumaları -Okul Sıkıntısı Kitabı-
Okul Sıkıntısı
Yani, ben kötü bir öğrenciydim. Çocukluğumda her akşam eve dönüşte okul da peşimden gelirdi. Karnem öğretmenlerimin uyarı ve eleştirileriyle dolu olurdu. Sınıf sonuncusu değilsem, sondan bir önceki olurdum. (Şerefe)
Ne zaman elime bir kitap alsam, az biraz da sevmişsem ‘ah keşke daha önce okumuş olsaydım’ diye hayıflanırım. Belki önceden okumuş olsaydım şu hatayı yapmaz veya karşılaştığım bir problemi daha kolay çözerdim. En azından tek çözüm yanılgısından kurtulurdum belki de diye düşünürüm. (kitaptan aldığım keyfi bir yana bırakıyorum) Her ne kadar okuduğum andaki heyecanın benimle birlikte devamlı kalmayacağını ve büyük ihtimalle üstü örtülüp kitaplarda kalacağını bilsem de daha önce okumamış olmanın pişmanlığını taşıyorum cebimde.
Daniel Pennac’ın Okul Sıkıntısı kitabı da bu kitaplardan biri oldu. Kolay okunabilecek, fakat o ölçüde de zor anlaşılabilecek ilginç bir kitap diye tarif edebilirim. Çevirinin azizliği mi yoksa benim yanılgım mı bilemedim. Ama farklı bir anlatımı var.
Arka kapak tanıtım yazısı:
‘Okul Sıkıntısı, tembel bir öğrenci olan Daniel Pennac’ın kendi deneyimlerinden ve yaşadıklarından yola çıkarak kaleme aldığı otobiyografik bir roman. Günümüz Fransız edebiyatının en başarılı kalemlerinden biri olan Pennac, okulu, bir öğrencinin, hem de kötü bir öğrencinin bakış açısından ele alarak yeniden yorumluyor; başarısızlığın yarattığı hüsran duygusunun, “anlamamanın acısı”nın kırıklarla dolu karnelerin ve üzgün anne babaların kıskacındaki bu evreni son derece sıcak ve mizah dolu bir yaklaşımla aktarıyor.
‘Tembel teneke’ olarak okul hayatından, öğretmenlik ve yazarlığa giden yolu anlatıyor kitapta. Derslerde yaşadığı zorlukları ve öğretmenken karşılaştığı çocuklardan yola çıkarak okula, öğrenciye özellikle de ‘tembel teneke’ olarak tanımlanan öğrenci ve öğretmen tutumlarına değiniyor. Yazar, tembel, öğrenmekte zorluk çeken, öğrencilerin psikolojisini gözle önüne seriyor.
Kendisini ‘tembel’ olarak tanıtırken aynı zamanda ‘hayli konuşkan ve güleç, hatta şakacı, sınıfın her kademesinden arkadaş edinen bir çocuktum’ diye tarif ediyor. Bu tarif edilemez bir suçtur tembeller için. Tembel dediğin uslu uslu oturacak, arka sıralara sinecek, ses çıkarmayacak ve suçluluk duygusuyla başı önde olacaktır. Hem tembel hem neşeli işte bu olamaz. Bu öğretmene karşı bir başkaldırıdır, küstahlıktır. Ne haddine tembellerin gülüp eğlenmesi… Pennac’ın dediği gibi ‘’Bir tembelin gösterebileceği en ufak terbiye kuralı, uslu durmaktır. İdeali ise ölü doğmuş olmak.’’
Yazar 14 yaşındayken, yatılı okulundan annesine yazdığı bir mektubu paylaşıyor:
‘’Anneciğim,
Ben de notlarımı gördüm. Bıktım artık, çok kızgınım, insan başını hiç kaldırmadan iki saat çalışıp sonunda iyi geçtiğini düşündüğü cebir ödevinden 1 alınca, umudu tükeniyor. …
Eğitimime devam etmek yeterli kadar çalışkan ve zeki değilim. İlgimi çekmiyor ve kâğıtlar arasına kapanmaktan kafama ağrılar giriyor. İngilizceden, cebirden hiçbir şey anlamıyorum, imlada sıfırım, geriye ne kaldı ki?’’
Eğitim adı altında çocuklara verdiğimiz eziyetin kanıtlarından biridir bu kısacık mektup. Çocuklar yüklemeye çalıştığımız onca gereksiz ve saçma sapan bilgi kırıntılarının çocuk dünyasındaki anlamsızlığının açtığı derin yaralar ve başarısızlık hissi.
Başarısızlığından dolayı ona ‘başaramazsın anladığın mı asla!’’ diyen okul müdiresine şu şekilde sesleniyor:
‘’En azından ben senin gibi olmayacağım, ihtiyar kaçık! Asla öğretmen olmayacağım, kendi ağına takılmış dişi örümcek, en son gününe kadar masasına çakılı kalan zindan bekçisi! Biz öğrenciler gelip geçiyoruz siz burada kalıyorsunuz.! Biz özgürüz, siz müebbet yediniz.’’
‘’Ah aklımın, verdiğim derste olmadığı o üzücü hatıra! O günlerde, ben gücümü toplamaya çalışırken, öğrencilerimin gevşediklerin, yavaş yavaş kayıp gittiklerini nasıl da hissederdim… Öğretmen değilim, müze bekçisiyim ve adeta kurulmuş gibi zorunlu bir müze ziyaretine rehberlik ediyorum.’’
‘’Başarısız geçen bu saatler beni çökertiyordu. Sınıftan yorgunluktan bitmiş ve öfkeyle çıkıyordum. Bütün bir gün öğrencilerimin nasiplenme riski taşıdıkları kadar büyük bir öfke. Çünkü kendisinden hoşnutsuz bir öğretmenin sizi azarlaması an meselesidir ‘’
…
‘’Öğretmenin öncelikli vasfı uykusunu iyi almış olmasıdır. İyi öğretmen erkenden yatar.’’
…
‘’Öğretmenin sözleri, kötü öğrencinin bir nehirde büyük çağlayanlara sürüklenirken tutunduğu yüzen bir tahta parçalarından başka bir şey değildir. Öğretmenin söylediklerini tekrar eder. Bir anlamı olduğu için ya da kurallara uymak için değil, hayır. Sırf o an için işin içinden sıyrılabilmek için, ‘’Beni rahat bıraksınlar,’’ diye. Ya da beni sevsinler diye…’’