
Balkondaki İhtiyar
Balkondaki İhtiyar
Hızlı gitsem sanki bir yere yetişecek, yavaşlasam da bir yere geç kalacakmışım gibi her zamanki gibi hızlı hızlı yürüyordum. Geçtiğim muhit zengin bir mahalleydi. Temiz ve geniş sokaklar, yemyeşil bahçeli, üç dört katlı evler ve park halindeki lüks arabalar. İlk defa geçiyormuş gibi geldi bana buradan. Oysa defalarca geçmiştim. Nasıl oldu da ilk defa görüyor gibiyim diye düşünürken gördüm onu ikinci katın balkonunda. Yürüyor muydum artık yoksa yollar, ağaçlar mı geçip gidiyordu yanımdan hem bana doğru mu yaklaşıyordu balkondaki amca… Her şey durdu, ışıklar söndü tek görünen oydu. Ve büyüdükçe büyüyordu. Her ayrıntısını görebiliyordum balkondaki amcanın. Elindeki kaçak sigarayı, sigaradan sararmış bıyık ve dişlerini, yüzündeki acıyı… Kenarları yıpranmış kahverengine çalan kasketi, yine kahve renkli yeleği, mavi gömleği ve arada bir eline aldığı tespihi ile ya bir yerlerden yeni gelmiş veya şimdi çıkıp gidecek gibi duruyordu. Gözlerinde, özlem, kızgınlık, hüzün, tükenmişlik, acı karımışımı onlarca duyguyu barındırıyordu. Belliydi sigarayı tutuşundan ve dumanını havaya savurmasından, gözlerinden okunuyordu, kasketi ve yeleği de onu ele veriyordu toprağından kopartılıp getirilmişti buraya.
Yanımıza Gel
Bütün çocuklar cenaze için toplanmıştı köydeki evlerinde. ‘Baba’ demişlerdi çocukları anneleri ölünce, ‘Sana kim bakacak? Burada tek başına ne yapacaksın? Yemek, çamaşır, soba yakmak bunların üstesinden gelemezsin. Artık annemiz de yok. Bizim ev geniş istediğin odada kalır, dilediğin yerlere gidip gezersin, torunlarınla zaman da geçirirsin.’ Bunun gibi onlarca kelamla saldırdılar babalarına. Onu köyde bırakamazlardı. Yoksa el âlem ne derdi.
Adam yutkundu ‘’Bunu bana yapmayın, ben burada doğdum burada öleyim. Şehirde nefes alamam, toprağından kopartılan ağaç yaşar mı? Eşim dostum, yetmiş yıllık anılarım, anam babam atalarım ve annenizin kabri buralarda, etmeyin çocuklar. Ben her işimi yaparım ne varmış. Ölmedim ya daha. Köyün kokusunu, havasını içime çekemesem ölürüm. Yapmayın, ben iyiyim.’’ Diye düşündü, yutkundu, boğazı düğümlendi ama konuşamadı.
Eşi, elli yıllık hayat arkadaşı, vefat ettikten sonra artık pek konuşmaz olmuştu. Evin her köşesinde onu görüyor ve kendisine seslendiğini duyuyor gibiydi. ‘Haydi bey, sobayı yaktım kalk, namaz vakti çıkacak. Hatçelere görücü gelmiş, torunu Elif’i istemeye, bizi de çağırdı. Ne de olsa dayısı sayılırsın. Bakkala borcu verdin mi? Kışlık odunları almadık daha. Çocuklar aradılar sabah, seni de aramışlar ama telefonu gene evde unutmuşsun, selamları var. Yanımıza taşınsanız dediler gene. Bu bayramda gelemeyeceklermiş, tatil kısaymış. İçliklerini giydin mi sen? İlaçlarını da içmemişsin halen.….’
Şehre, çocuklarının yanına, taşınınca iyice konuşmaz olmuştu. Balkonda saatlerce oturuyor ve zihninde köyünün sokaklarında geziniyordu gizlice.